16 Ocak 2010 Cumartesi

Deplase Yaşıyor Savaşıyor

Soğuk iklimlere yapılan münferit yolculukların, unutulmaz mavralarına ev sahipliği yapan otobüs. Kaosun merkezi.


Hafta içi; son ayakta yatan altılının, terkedip giden sevgilinin, ekonomik kriz var diye emeğin hakkını ödemeyen patronun, orhan gencebay'ın, politikanın, futbolun, pardon gözüme toz kaçtı bahanesiyle racon bozulmasın diye geçiştirilen aşk acısının, ''1990'lı yıllar üç otobüs yozgat deplasmanına gidiyoruz'' veya ''geçen sene antalya deplasmanındayız'' cümleleriyle süslü eski deplasman anılarının ve milyonlarca alakalı alakasız ayrıntının konuşulduğu eşi benzeri olmayan yolculuğun aracıdır deplasman otobüsü.Deplasman otobüsüyle bir defa yolculuk yapan taraftar artık en kral mercedesle gezse bile o muhabbetin tadını özler. Bağımlılık yapar. Deplasmana gitmenin raconudur bu otobüs. İçerde dışarda tribün kovalayan taraftar uçakla veya özel arabayla deplasmana gitmez. Raconu bozmuş sayılır. Rakip takımın şehrine girildiği zaman camlar kabriyoya döner. Taşlarla kırılmış camlarla, hava eksi 20 derece, 15 saat yolculuk edebilecek adamların mekanıdır deplasman otobüsü.



Arka beşliyi kapma savaşları, ''ulan bütün gün benim sigaramdan otlandın mavraları'', polis kontrolünde ''aramazsan arama yar aramazsan arama zaten bir şey bulamazsın emanetler zulada'' bestesine karışır ve kaptan daima otobüsü şarampole yuvarlamakla görevlidir.
Maç kaybedilmişse dönüş yolunda deplasman otobüsünün abileri mavranın derecesini belirler, sessizlik isteniyorsa arka koltuklara doğru çevrilen sert bir bakış yeterlidir deplasmana yeni başlayan genç nesili hizaya sokmak için. Bu otobüsün müdavimleri tribün hiyerarşini bilir.Takımın en kemik ve kafa taraftar kitlesidir yolcular. Dışarıdan görenlerin ''aa işte bunlarda bu takımın delileri'' veya ''şu serserilere bak'' diye yaftaladıkları harbi tribün çocuklarıdır bu kültürü alanlar. Tüm genellemelere inat bilgisayar mühendisiyle sanayi sitesi otomotiv tamircisinin yanyana 16 saat yolculuk edip, banka çalışanıyla 2 senedir işsiz olan arkadaşının atılan taşlara karşı koşar adım aşşağıya atlayıp sevilen renkler uğruna beraber ''mevzu'' yapabildiği tek sosyolojik dayanışma ortamıdır. Çekilen cefayı sefaya dönüştürecek tek duygu; ortaklaşa hissedilen tarifsiz takım sevgisidir. Deplasman otobüsü; bütün sınıfsal farklar, statü sembolleri, maddi ve manevi ayrımlar, dil , din, renk tartışmalarının unutulduğu tek ortamdır.Dumanaltı koridorlarda, annesi bakkala ekmek almaya gönderse gitmeyecek tribün çocuklarının yerde balık istifi yatarak ülkenin öbür ucuna yolculuk yapmaktan gocunmadığı, tribün aleminin kült figürüdür deplasman otobüsü. bir koltukta üç hatta dört kişi beraber gider, ''takımı yaban ellerde yalnız bırakmamanın'' verdiği huzurla akla mantığa sığmayacak uzaklıklara.
Deplasman hani şu eziyet çekmekten aldığımız en büyük zevk... günler öncesinden başlar tatlı telaş... herkesin kafasında aynı soru; "gidilecek mi gidilmeyecek mi?" ne fark eder...biz otobüs kaldırır gideriz! cebimizde para ucu ucuna yetecek... -bu paranın da en önemli kısmı alkol ve sigara için ayrılır- yemek problem değil, kuru ekmek domates peynir -fiks menü- kalkış saati giderek yaklaşır... kandaki adrenalin oranı giderek artar,hele ki alkol karıştıysa... ve bitmek tükenmek bilmeyen, sıra dağlar aşılan tozlu dumanlı yol... tezahüratlarla başlanır her zaman yola... herkes derdini kederini bir kenara bırakır... zulalanan alkoller çıkarılır, sigaralar yakılır, herkes aynı şeye kadeh kaldırır... bestelerin ardı arkası kesilmez... arka taraf öne, öndekiler arkaya yüklenir... arada bir kaptan anılır; "kaptan bizi şarampole yuvarla!" saatler ilerledikçe derin bir sessizlik hakim olur... Birkaç çenebaz dışında...onlar hiç uyumaz devamlı konuşur... -hatırlıyor musun sene 19.. şurada şunlarla kapışmıştık ne günlerdi ya- nerden geldiğini bilinmeyen bir söz yükselir; "yeter artık kesinde yatalım." herkes bir köşe bulup kıvrılır... arka camın önünü kapan şanslıdır... çünkü otobüste ondan güzel bir yer daha bulunamaz... en bahtsızlar ise koridora düşer... sabaha kadar çiğneyenlerin haddi hesabı olmaz.... ama kimisi de bilerek koridorda yatar...neticede tribuncüyüz... işte asıl mesele bundan sonra başlar... kafalar cama yaslandıktan sonra derin düşüncelere dalınır... kimisi ailesini, kimisi eşini, kimisi çocuğunu, kimisi kız arkadaşını kimisi işini... ortam insanın geçmişini sorguladığı ve yeni düşüncelere yelken açtığı en uygun ortamdır. boşuna dememişler; "kim demiş içki kötülüklerin anasıdır, ben bütün doğrularımı alkollüyken yaptım" diye... neden...nasıl...ne olacak gibi sorularla günün ilk ışıkları belirir... bitip tükenmek bilmeyen çiş molalarından birisi verilir... millet yarı uyanık vaziyette aşağı inip ihtiyacını görür... bu arada kıçları donanlar apar topar otobüse döner -abi amma soğuk ya- herkes uyandıktan sonra yarım kalan biralara devam edilir... sabah sigaraları ateşlenir... ufak ufak besteler patlatılır... artık uyuyan varsa bile, uyku ona haramdır... gidilen şehre yaklaştıkca, heyecan kat sayısı artar... kalp atışları hızlanır... otobüsün yaşlı kurtlarından birkaçı ufak çaplı vaaz verir; "bakın arkadaşlar kimse aşağı inmesin, taş gelirse camları dayanın, bu herifler şöyledir böyledir..." ama mevzu kopunca ilk inen onlar olur genelde... şehre girildikten sonra, emanetler zulalanır, masum çocuk moduna girilir... görenler süttün çıkmış ak kaşık zanneder... polisle girilen ufak tefek diyaloglarda "abi biz uslu çocuklarız" defalarca yapılan aramaların sonunda stada yaklaşılır... polislerin bitmek bilmeyen zırvaları dinlendikten sonra kuyruğa girilir... stada giren atkısı gururla açar... hızlı bir şekilde "biz geldik" dercesine pankartlar asılır... bu defa karşıdan bir uğultu yükselir; "hoşgeldin hoşgeldin, cehenneme hoşgeldin" insan kafasında kurguya başlar acaba cehennem böyle bir yermi? -keşke böyle olsa- düdük duyulur... 90dakikalık ses deneme, gırtlak patlatma seansları başlar... hiç susmadan ardı arkası kesilmeyen besteler...atışmalar yapılır... ara ara polis müdahale eder, arbedeye girilir... polis her zamanki gibi jopunu kaldırıp gelecek emri bekler, taraftar ise eline koltuğunu alıp savunma sanatını konuşturur... karşı tribunden yeni bir uğultu yükselir..."vur vur vur" koyan, polisin jopları değildir aslında...sistemin acizliğidir... ama siyasete hiç girmeyelim çünkü çıkamayız... neticede siyasetle futbolu bağdaştıramayan biriyim... dakikalar 90'ı gösterir... alınan bir galibiyet o yolu cennete çevirir... mağlubiyette ise suratlar asık neden aranır... yönetime, hocaya, taraftara edilen küfürlerin çeteresi tutulmaz... dönüşte polis kordonunda şehirden çıkılır... formaliteden atılan birkaç taş camları döküp, otobüsü, deplasman otobüsü moduna sokar... otobüsten inilir, kovalamalar başlar...taraftar-polis-taraftar arasında... ortalık savaş alanına döner...yaralananlar joplananlar vs vs... iki taraftan da muhakkak yaralanan olur... hep biz yaraladık diyen olursa bilin ki yalandır... bütün bunlar bir nevi dönüş yolunda konuşulacak malzemeyi hazırlar... ve dönüş yoluna başlanır... alınan mağlubiyet bir süre sonra unutulup yerini gırgıra şamataya bırakır... fenomenler şova başlar... kimisi alkole devam eder...kimisi yorgunluğun etkisiyle salıverir kendini... güneş kendini gösterdikçe gözlerini açanlar kendilerini dinlenme tesislerinde bulur... 3-4 kişi ortak bir kase çorba söyler...yanına 4-5 ekmek istenir... bir kişi çıkıp güzellik yaparsa, kelle başına bir çorba düşer ve o insan için dua okunur... "iyi ki varsın be abi...sende olmasan aç kalıcaz..." bu arada cukkası sağlam olanlar bir köşeye geçip daha kalite yemek yerler... kaptan beleş yemek derdinde... bütün bunlardan sonra şehrinin sınırları görünür...yorumlar başlar... "böyle bir şehir var mı ya...bu şehir gözünü seveyim abi" insan gurur duyar kendiyle, böbürlenir...böyle bir şehir uğruna yaptıkları için. evi yakın olanlar durdurup evinin yolunu tutar... her inen arkaya dönüp aynı şeyleri söyler... beyler cümleten gazamız mübarek olsun... kendinize iyi bakın... ve hayat kaldığı yerden devam eder...


NOT:ALINTI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder